Yeni sezonunun başlamasına günler kala hepimizi aldı bir heyecan. Takımlar, garajlar, pilotlar, ko-pilotlar kim kiminle, hangi otomobille yarışacak vs… Her sezon başında olduğu gibi hepimizi bir koşuşturma ve tatlı bir bahar mutluluğu aldı başını gidiyor. Hele de 34 Spor Kulübü’nün ralli tarihimizin efsane etaplarından Teke’nin de içinde bulunduğu TOSFED Kupası dahilindeki ilk rallisi, heyecanları bir kat daha arttırdı. Kupayı takip eden ekiplerin yanı sıra klasman dışı yarışacak ulusalcı ağabeylerin de, test amaçlı katılımları hakkında yapılan yorumlar ise heyecanı iki katına çıkardı. Uzun yıllardır İstanbul’da mahalli veya amatörlerin yarışacağı bir rallide asfalt parkur kullanılması bir çok amatör pilotun ve ko-pilotun isteğiydi. Bunu da sağolsun çiçeği burnunda kulübümüz 34 Spor üstelenerek hepimizi sevindirdi.
Gelelim başlığımıza peki neydi her sezon öncesi bizleri bu kadar heyecanlandıran ateşleyen adeta hayatımızın orta yerine oturan ralli. Benim ve camiadan bir çok arkadaşımın üç aşağı beş yukarı aynı tutkuyu paylaştığı !!!
Bu sporu kendi gözümden naçizane hatıralarımdan faydalanarak bir sezon başlangıcı yaparak sizlerle paylaşmak ve ortak hislerimizi kaleme dökmek istedim. Şimdi biraz gerilere gidelim buyurun benim gözümdeki ralliyi beraber izleyelim.
“Ralli” kelimesini ilk duyduğumda daha 14 yaşında bir lise öğrencisiydim. Otomobil merakım 2-3 yaşlarına dayanmasına rağmen çocukken yarış otomobillerini pek sevmezdim, sanırım çok renkli olmalarından ötürü, çünkü düz renk yol otomobillerinin daha çok hoşuma gittiğini hayal meyal hatırlıyorum. Lise yıllarında ralliye meraklı bir sınıf arkadaşım sayesinde ralliyle tanıştım, beni ilk zehirleyen de “O” oldu zaten. İlk defa bana ralliyi anlattığında “Grand Prix“ işte deyip geçmiştim ne cehalet, takdir edersiniz ki 14 yaşında 1987 Türkiye’sinde bir çocuk için pek de kötü sayılmaz. Hele ki 2014 yılında Dünya Ralli Şampiyonası’nın bir ayağına ev sahipliği yapmış bir Türkiye’de bir sohbet esnasında üniversite öğrencisi meraklı bir genç arkadaşın Türkiye Ralli Şampiyonası’nın bir ayağından bahsederken WRC demesiyle kıyaslarsak benim cehaletim bayağı masum kalıyordu.
Lafı fazla uzatmayalım, lise arkadaşımın bana anlattıklarından sonra anladım Ralli ile Pist Yarışları’nın arasındaki farkı. Tarih 1988’i gösterdiğinde kendimi İtalya’da buldum, üç ay kaldım Milano’nun kazası Arese’de penceremi açtığımda camdan Alfa Romeo Fabrikası’nın ışıkları görünürdü. Oturduğumuz caddenin ismi “Via Tazio Nuvolari“ydi, orada öğrendim Nuvolari’yi. İlk defa yurtdışında Torino’da bir otomobil fuarına gittim. İşte tüm hikaye de esasen orada başladı ve olan oldu. O fuardan aklımda kalan yegane film karesi büyük kayaların üzerinde sergilenen neredeyse görünmeyecek kadar kızıl renkli toprakla kaplı Safari Rallisi’ni kazanmış gelmiş Miki Biasion’un Gr.A Lancia Delta Integrale’siydi, işte beni tanıyan herkesin bildiği Lancia aşkımız da orada başladı. Büyülenmiş gibi seyrettim onu dakikalarca, zor aldılar karşısından beni. Türkiye’ye döndükten sonra ralliye olan sempatim artarak sevgiye dönüştü ve her genç Türk ralli sever gibi 1988 yılının Aralık ayında yolum “Ralli Dünyası” dergisiyle kesişti. Yıllarca takipçisi olduk, rallinin ABC’sini orada yazan büyüklerimizden öğrendik. 1989 yılının Boğaziçi Rallisi’nin seyirci özel etabı olan Bakırköy Motokros Pisti’nde ilk kez milli olduk ve o gün bugündür peşindeyiz bu sporun.
Peki ama neydi bizi bu kadar kendine bağlayan bir çoğumuzun hayatının orta yerine oturan Ralli? Başka bir şeydir ralli, içine girildi mi çıkılmaz, insanın ciğerine işler etap tozu. Büyüklerimiz insan bir kez etap tozu yutmaya görsün, bir daha iflah olmaz derlerdi, hakikaten de olamıyor. Bir aşktır bana göre, uzak kalmaya çalışıp kaçamadığınız bir aşk. Çoğunlukla işinizden, evinizden, ailenizden, hatta hatta sevdiğinizden daha fazla düşündüğünüz yegane şeydir. Onsuz olmak kolay olmadığı gibi, onunla olmak da sizi kimi zaman manen, çoğunlukla da madden yıkar, ne kadar yıkıcı bile olsa, tekrar o koltuğa oturup hakemin “5, 4, 3, 2, 1, Çık” diyeceği start anını (şimdi elektronik oldu ama olsun) tekrar yaşamayı bekler insan. İşte böyledir bizim sevdamız. Anlamayana anlatamazsın hatta komik karşılarlar, ama biz müptelaları için çok şey ifade eder. Küçükten yakalanmışız bir kere bu hastalığa daha dönüşü yoktur. En başta mücadeledir hiç şüphesiz, sadece diğer otomobiller ve rakiplerle değil doğayla, zamanla, kendinizle ve otomobilinizle olan mücadeledir. Kimseye anlatamazsın orman yolunda tek başına uçarcasına giden otomobilin neyle ya da kiminle yarıştığını çünkü biz birebir rakiple değil önce zamanla yarışırız, anlamazlar felsefesini.
Oysa çok büyük tutkudur sevenleri için, her defasında ilk kez yarışıyormuşçasına heyecanlandırır insanı. Start öncesi kapalı parkta duran otomobiller en şık formalarını giymiş sporcular gibidirler ayaklarında yepyeni spor pabuçları. Ve sabırsızlıkla beklerler startı; bir gelin edasıyla tek tek terk ederler start takını, özel etabın başında ise atletler gibi dizilir beklerler startın verilmesini. Sonunda zaman gelir, zaman karnesi işlenir, kapılar camlar kapanır, kemerler son kez sıkılır ve büyük bir kükremeyle tozu dumana katarak yutarlar etapları. Çoğu zaman farkına varamazsınız geçtiğiniz ormanın, köy yolunun, o dağ başının güzelliklerini o hengamenin içinde. Kilometreler yutulur, dağlar taşlar aşılır ve kronometreler durduğunda finiş masasına toprak sahada futbol oynamış çocuklar gibi üzerleri başları toz, toprak, çamur içinde gelirler. Bazıları çiziksiz gelirken bazılarının dizi kanamış tamponu kopmuş veya kaşı yarılmış farı kırılmış gelirler, ama yılmamış gelmişlerdir finişe. Farklı şeylerden haz duymaktır bizimki dikiz aynasından bakıp, yerden kaldırdığınız tozdan veya uçuşan yaprak örtüsünden keyif duyar, motorun devrik notalarını dinler veya egzozdan çıkan yarış benzini kokusunu seversiniz. Diğer insanlara anlatmakta güçlük çekersiniz sağır bir kişiye Mozart’ı anlatmaya çalışmaktır çoğu zamanda başarılı olamazsınız. Ama dedim ya, biz tutkunlar için bir başka bir senfonidir haz duyulan.
Sizler zaten hepiniz benimle aynı duyguları taşıyorsunuz ben sadece affınıza sığınarak sizler adına bu muhteşem sporumuzu benim tabirimle aşkımızı kaleme almak sizlere tercüman olmak istedim, sürçülisan ettiysek affola. Hepinize kazasız, belasız, başarı dolu bir sezon diliyorum. Tekeriniz düz bassın dostlarım.
GÖKHAN SARAÇOĞLU